Yitip giden çocukluğuma üzülüyorum, kaybolan gençliğime. Yaşayamadıklarıma, yaşayabilecek olduklarıma. Geri getiremeyeceğim tek şey zaman değil çünkü, o kadar basit değil bazı şeyler. Zira bir tek senden ibaret değil yaşadıkların; Annen, baban, onların anne ve babaları. Kader dedikleri öyle bir döngü ki, soyun sopun geleceği asırlar öncesi kuşaklarda saklı.
Sevgisiz büyümüş anne babaların sevgisiz büyüttüğü çocukları. Asırlardır bitmeyen sevgisizlik, yoksulluk, yoksunluk… Ben böyle olsun istermiydimlerle geçti koca bir yaşam, hala duymaya devam ettiğimiz telafi edilemeyecek bir geçmiş ırmaklardan taşan.
Hiçbir anne vazgeçer mi sahiden yavrusundan? Yada hiç bir baba celladı olmak ister mi ilk aşkının? Sanmam… Çünkü hiç bir bebek günahkar doğmaz annesinin karnından. Pür-i pak tertemiz bir yaşam tıpkı bomboş bembeyaz bir sayfa gibi. Ne karalarsan üzerine o dökülür dilinden günü geldiğinde.
Sonunda hayat iki seçenek sunar sana; ya kaybolur gidersin yada savaşırsın her şeyle ve herkesle. En çokta kendinle. Ona benzememeliyim, Onun gibi olmamalıyım, yenilmemeliyim, yanlış yapmamalıyım, düşünmeden hareket etmemeliyim, çok çalışmalıyım, daha çok daha da çok. Bu döngü kırılmalı, geçmişin kara gölgesinden kurtulmalı güneş gibi parlamalıyım, aydınlatmalıyım her yeri ve herkesi en çokta benim gibi olanları. Kimse kendisini umutsuz hissetmemeli, yalnız hissetmemeli hiç kimse. Sevdiklerimi daha çok sevmeli daha çok korumalıyım; birileri de beni böyle sevsin, korusun dercesine.
Yara almaktan o kadar korkarsın ki duvarlar örersin önüne arkana, sevgiye bu kadar açken hırçınlaşırsın zaman zaman. “Zorsun” derler seni tanımayanlar, dışardan bakınca “buz gibisin, çekinir insan sana bir şey demeye”. Bir o kadar da hayat dolusundur; Her şeye gülersin, en çok sen güler en çok sen eğlenir en çok sen eğlendirirsin herkesi her zaman. Hal böyle olunca surat asmaya da hakkın kalmaz. Herkesin motivasyon kaynağısındır çünkü, tıpkı coşkun bir şelalenin denize karışan suları gibi mutluluk akıtıyorsun sanırlar sonsuzca…
Öyle yorulursun ki kamburun çıkmaya başlar artık. Taşıdığın görünmez yüklerin sonunda “duruş bozukluğu” derler adına. Konuşamadığın, anlatamadığın her söz düğüm olur boğazına sürekli hasta olursun. Kabul edemediğin sindiremediğin onca şey yüzünden karnın şişmeye başlar. Beynin öyle çok konuşur ki susturamadıklarının adına “migren” derler. Anlaşılamadığını gördüğün her an daha da yalnızlaşırsın, hele bir de hata yapmaya gör; en kolay senden vazgeçerler. Günün sonunda sen yine peşini bırakmayan o koca “değersizlik” duygularıyla “zaten hakkettiğim buydu” diyerek kendi karanlığına gömülürsün.
İçinden çıkmaya çalıştığın bu karanlık her defasında daha da içine çeker seni. Başardığın her şey koca bir “başarısızlık”tır senin için. Gücünün kalmadığını hissettiğin o an, kimse için bir şey yapamaz hale geldiğin o an yüzleşirsin asıl yalnızlıkla. Şimdiye kadar sahip olduğunu sandığın herkes ve her şey beyninin bir oyunudur. Tokat gibi çarpar suratına.
Bunca zaman ne için çabaladım? Elimde avucumda ne var derken karanlığın köşe başında gülümseyerek kollarını açtığını görürsün. Hiç tereddütsüz koşarsın kollarına, bildiğin en iyi şey onunla mücadele etmektir çünkü. Geriye doğru yürümeye başlarsın artık, gerçek sevgi acıdan gelir senin dünyanda çünkü seni en çok yaralayanlar seni en çok sevenlerdir ve her biri hala o karanlığın içindeler.
Gelecek korkutucudur, sırtında yeni bir bıçağa yer yoktur, illa da kanayacaksa yara sırtımdaki bıçağı ben bilerim dersin. Yeter ki yenisi gelmesin.
Geçmiş geçmemiş; Ne çocuk olabilmişim nede yetişkin. Sıkışıp kalmışım. Kabul ettim. Yaralıyım, ağır yaralı. Kan kaybından ölürken soğuk bir uyku çöker ya hani, öldüğünü bilirsin ama uykuya direnemezsin. Ölüyorum fakat artık direnmiyorum. Ya kendimden doğacağım yada sonsuza dek yok olacağım.