Aklı da yüreği de iyiden iyiye karışmıştı. Ne oldu şimdi, o kendinden eminlik yolun hangi dönemecinde atladı vagondan. O karar vermişliğin rahatlığı hangi dağın ardında kaldı. Doğru ya da yanlış hiç düşünmeden geri dönüş yolunu izlemeye başladı rahat olmayan koltuğundan. İçinde binlerce hislerle yarın sabah ki iş görüşmelerini düşünmeye başladı ve sonrasında yetişmek zorunda olduğu aile toplantısını. Bir gün iyi üç gün sorun yumağı olan yaşamın hangi damarında can bulacağını bilmiyordu. Bildiği tek şey öyle ya da böyle nefes aldığı sürece o damardan akacak olan kanın varlığıydı. Yolu yarılamıştı, sessizce içeriye giren görevlinin bakışlarından biletiniz sorusunu anlar anlamaz cebindeki bileti çıkarttı. Çünkü bu geri dönüş onun zamansız yolculuğu değildi. Evet bu geri dönüş belki de onun pişmanlığıydı hiç pişmanlığın bileti olur muydu? ve biliyordu ki pişmanlığın zamanı da olmazdı. Onu ürküten belki de daha çok geride bıraktığı sorumluluklarını üstlenebilecek ondan başka hiç kimsenin var olmayışıydı. Çok alıştırmıştı her şeyi ben yaparım edasını ailesine ve sevdiklerine. Artık onlar onsuz yarım kalırmış gibi gelmişti. Hâlbuki bilseydi onların hayatının önünde bend olduğunu vazgeçerdi belki de bu aşırı sorumluluk görevinden…
Evet inmesi gereken istasyona gelmişti. Yarı hüzün yarı çaresizlik içerisinde vagondan adım attı dışarı. İçini ürperten garip bir hava vardı. Yeter artık zihnim sus dercesine başını iki yana sallayıp kendine gelmeye çalıştı. Yoldan geçen ilk taksiyi durdurup evine doğru ilerledi. Sanki bütün yorgunlukları el ele vermiş bu çaresiz geri dönüşü ile birlikte omuzlarından aşağıya bastırıyorlardı tüm gerçekleri. Giriş kapısının önünde bir süre öylece sessizce durdu ve ağır adımlarla, bir hışımla çıktığı evine, ruhunu ikna edememiş, bedenini ise sürükler bir halde girdi. Sabah uykunun arasında tahammül edemediği o alarm sesiyle uyandı. Alarm değil ise de Yukarı kattaki komşunun ayak sesleri onu yataktan kalkmaya ikna etti. Garip bir uğultu vardı hem dışarıda hem de içeride. Henüz bilinci yerine gelmeden giyinerek dışarıdaki koşuşturmanın göbeğine bıraktı kendini, gözü sürekli saatindeydi iş yerine yetişememe tedirginliği ile daha günün ilk ışıklarıları ile birlikte stres baş köşeye oturmuştu. Herkesten gizlediği sevdası kimsenin bilmesini istemediği mutsuzlukları ruhunun bile yorulduğu sorumlulukları yokmuşçasına kentin yorucu gün diliminde nefes almaya devam edecekti.
İyi kilerinden çok keşkelerini misafir edeceğini biliyordu zihninde. Yaşadığı vazgeçişten sonra ise iyi kilere yolculuk artık kolay olmayacaktı.
Bunu bilse de iyi kilere inat keşkeler diyarında yerini çoktan almıştı. Aklında cevabını bildiği sorular, yüreğinde üstünü kapattığı özgürlüğe çıkan yollar ve ruhundaki karmaşa ile bugünü yarına eklemeye devam edecekti. Sıradan insanlar gibi talihe inanıyor olsaydı, kaderine boyun eyip evinin en rahat köşesinde huzuru koklardı. Gel gelelim ömür tükenir fakat ondaki sorumluluk duygusu tükenmezdi.
Günler birbirini kovalamaya devam ettikçe, bir araya geldiği dostlarına yine akıllar vermeye devam edecekti ve asıl olan kendi yapmak isteyipte yapamadığı ne varsa çevresindeki insanları yapmaları için ikna edecekti.
Öyle ya bizler;
Konuşurken rengarenk, düşünürken siyah beyaz…
Ve en nihayetinde, bedeni hayatın koşturmasına yetişmeye çalışırken, ruhunu arkasında bırakarak sadece nefes alan bir ölü olduğu gerçeği ile bir kere daha yüzleşecekti…